İran İslam’ın Üvey Evladı mı?

3 gün önce 45

İran ile İsrail arasındaki endişe verici savaşın devam ettiği günümüzde, İran’ın yalnız bırakıldığını görüyoruz. Özellikle Körfez’in Arap ülkeleri, ABD ve İsrail’e yakın tutumlarıyla dikkat çekiyor.

 

Bu sebeple, bu hafta İran’ın İslam sonrası dönemine bakalım.

 

Hz. Ömer’in hilafeti döneminde fethedilmeye başlanan bir ülke! Her ne kadar askerî ve siyasî olarak fethedilmiş olsa da, kültürel olarak hiçbir zaman Araplarca fethedilememiştir. Aksine, Türkler dahil olmak üzere Araplar, İran’ın o kadim ve köklü kültürü ile dilinin etkisinde kalmıştır. Özellikle bizdeki İslami terimlerin çoğu Farsçadır. Mesela, kendi adım olan “Bayram” ya da “namaz” gibi.

 

İranlılar, Arapları hiçbir zaman sevmediler. Onları çöl bedevileri olarak görmüşler, kendi kadim ve köklü kültürleri yanında alt kültür mensupları olarak değerlendirmişlerdir.

 

Evlilik ve dinî ilişkiler olsa da, her zaman bir doku uyuşmazlığı olmuştur. Emevîlerin Arap milliyetçiliği ve Mevâlî (Arap olmayanlar) karşısında yürüttükleri ayrımcı siyasetin etkisi de büyüktür. Ayrıca, bu dönemlerde ağır vergilere tabi tutulmuşlardır.

 

Daha sonra gelen Abbâsîler döneminde de benzer baskılara maruz kalmışlar ve Abbâsî hâkimiyetinin sona ermesiyle birlikte kendilerine ayrı bir yol haritası çizmişlerdir.

 

Dini kendilerine göre yorumlayacaklardır. Bu dinî yorumun baş aktörü Hz. Ali’dir. O, baş imamdır. Sonrasında İmam Hüseyin ve evlatları ile devam eden imametlik kurumu, Şiiliğin temelini oluşturmuştur. Örneğin İmam Zeynel Abidin çok önemli bir imamdır; çünkü annesi Şah Banu İranlıdır. Soy onunla devam etmiştir.

 

İran’ın yorumladığı İslam’da eski İran inançlarının izleri görülür. Mistik ve mitolojik yorumlara rastlanır. Biz Türkler de İslam’ı İranlılar üzerinden öğrendiğimiz için Anadolu Sünnîliği üzerinde Şiî etki mevcuttur.

 

Bizde Hz. Ali, Hz. Fâtıma, Hz. Hasan ve Hz. Hüseyin denince akan sular durur. En çok kullanılan isimler bu kişilerden oluşur. Kerbelâ, her Müslüman için yürek yakan, tarihin en acı olayıdır. İmam Hüseyin, tüm Müslümanların ortak şehididir.

 

Tasavvuf inancı da İran’dan bize miras kalmıştır. Hz. Mevlânâ, Hacı Bektaş-ı Velî gibi isimler İran topraklarından gelmiştir.

 

Şiîliğe göre Allah, Peygamberimiz’den sonra birini tayin etmeliydi; o da Hz. Ali idi. Ancak bu hakkın ondan alındığına inanırlar. Onlara göre Hz. Ali’nin hilâfetini reddetmek, Peygamberimizin nübüvvetini reddetmekle eşdeğerdir. Aynı zamanda Hz. Ali’den günümüzdeki Ayetullah Ali Hamaney’e kadar olan tüm imamlar masum kabul edilir. Peygamberler gibidirler, sadece vahiy almazlar.

 

İmamların sözleri neredeyse vahiy gibi kabul edilir. Kabirleri, Kâbe’ye paralel kutsal mekânlar gibi değerlendirilir. Ehl-i Beyt soyundan gelmek üstünlük olarak görülür.

 

Elbette burada genel kabul gören Şiî anlayıştan bahsediyorum. Böyle düşünmeyen Şiîler de olabilir. Hatta tarihte Hz. Ali’ye ulûhiyet (ilahlık) isnat eden, onu Allah’ın yeryüzündeki tecellisi gibi gören gruplar da olmuştur.

 

Neticede bu kadar itikadî ayrılık varken, Arap-İran birlikteliğini tesis etmek her zaman zor olmuştur. Bugün Arap ülkelerinin, ABD ve İsrail’i İran’a kıyasla daha yakın görmesinin ardında bu tarihsel ve mezhebî farklılıklar yatmaktadır.

 

Maalesef Kur’an’da yer almayan, Hz. Peygamber’in söylemlerinde bulunmayan mezhep kavramı, Müslüman dünyasında keskin ayrılıklara sebep olmuştur.

 

Savaşlar elbette kötüdür. Acı, gözyaşı ve ölümdür. Fakat zalimlere karşı dik durmak da Allah’ın emridir. İran bu duruşu sergilemektedir, yalnız da kalsa. Elbette işi çok zordur.

 

Allah’a emanet olun.

Bayram Tan

The post İran İslam’ın Üvey Evladı mı? first appeared on Hollanda Haberleri.

Makalenin tamamını oku